BÖLÜM 1
Şehrin göbeğine gitmek istemişti o
gece. Akşam yemeğini kısa tutup apar topar rujunu sürmüştü saçları özensizdi
ama her zamanki gibi parlaktı. Bu üstünkörü hazırlık bile onun güzelliğini
gölgeleyemedi. Belki böylesi onu daha doğal göstermişti.
İlk önce otobüse atlayıvermek geçti
içinden; öyle de yaptı. Şoföre gitmek istediği yeri söyledi. Herkes ona
bakıyordu. Bakışlarını tüm zerrelerinde hissediyordu. Sesini biraz daha
yükseltti ama olmadı. Gözler hala onu takip ediyordu. Ancak bir süre sonra
öğrencilerin ve sürücünün *Gallaudet Üniversitesi' nden geldiklerini
anlayabildi. Çok aptaldı; kendinden utandı.
Etrafı biraz turladıktan
sonra metroya geçti. Kısa süren metro yolculuğuna rağmen uyuya kalmıştı. *China
Town' da metrodan indi. Burası Washington DC' nin en orijinal caddeleri ve bir
kaç ara sokağından oluşan yeriydi. Çekik gözlü adamlar görmeyi bekleyeceğiniz
bu yerde bir kaç Çince yazı ve restorant temsil ediyordu onları. Aslında
yemekler gerçekten Çin yemekleri gibi de değildi. Aslında olsa ne olurdu;
şerbetli suya batırılmış bir tavuk asla onun yemek zevkine hitap etmezdi.
Haşlanmış brokoli ile yetinmek daha iyiydi. Evet, küçük adamlar yoktu belki ama
kürklü ve kolyeleri göbek deliklerinden bile aşağı sarkan Afrikan- Amerikanları
görmeniz mümkündü. Onlar Küçük *Lil Wayne' lerdi.
Polislerin olduğu kesimden yürümeye
karar verdi. Bazı gençler şakalaşarak ve abartılı hareketlerle yollarına devam
ediyorlardı. Onlardan birine toslamak istemezdi.
Mavi. Evet; mavi küçüklüğünden beri
onun rengiydi. Bunu belli etmezdi cinsiyeti ona pembe giymesini emretmişti. O
yüzden dondurma almak için girdiği yerde 'hangisinden istersiniz? ' sorusunu
duymamıştı bile. Öylece dalıp gitmişti. Neden Maraş dondurmasını da mavi
yapmıyorlardı ki? Yedikten sonra dilinin üzerinde kalan o mavimsi renk: Şapşal
görünüyordu ama belki de bunu seviyordu. Biraz önce yanında bir adam
sevgilisini öylece- oracıkta uzunca öpmüştü. Oysa o hala yolda yürürken külahta dondurma
yemenin davetkar bir görüntü oluşturacağından çekiniyordu. Dondurmayı
seviyordu, onu özenle yiyordu; belki de o yerken fonda Chopin' in Raindrop
parçası çalmalıydı. Çünkü bu bir sanattı ; masmavi dondurma akarken tıpkı
yağmur damlaları gibi kaçmasınlar diye onları hızlıca dudaklarına götürüyordu.
Sonra yavaşlıyordu, gözlerini kapatıp tadını çıkarıyordu sonra kirpiklerini kımıldatarak yavaş yavaş aralıyordu. Bazıları üzerine damlamıştı aldırmıyordu,
aslında kibar sayılırdı ama her anı hissetmek için dudaklarına bulaşan ve
eriyen su olan dondurmayı parmaklarıyla sildi. Bu sırada karşısına oturan adamı
fark etmemişti bile.
- Yalnız mısın? diye sordu adam. Kendine
güvenen ama pis bir sırıtması vardı yüzünde.
-Hayır birini bekliyorum, dedi.
Ekstradan aldığı külahı sigara
söndürür gibi orada bırakmıştı. Hevesi kaçmıştı; akbabaların çıkma saati olmalı
diye düşündü. Neyse ki madde bağımlısı değildi ve aklı gayet yerindeydi.
Yalan söylemek zorundaydı. Şuanda burada
bu saatte ne yaptığıyla ilgili bir fikri yoktu belki ama tanımadığı şu *Indiana
Jones kılıklı herife de akşam akşam hesap vermeye hiç niyeti yoktu. Onu
ilgilendirmezdi hem. Başka bir açıdan yalan değildi birini bekliyordu; evet ama
o zamanlar hayatında olmayan birini. Belki de yalnız başına kafelerde oturup
karşılıklı akıl oyunları oynayacağı paranoyak esintiler oluşturacak adamı
bekliyordu.
Bir hışımla masadan kalktı; 1.90 boyundaki
bir adamla ağız dalaşına girmeye cesareti yoktu. Hem kendini neden savunacaktı?
Toparlandı; çantasından aynasını ve rujunu çıkardı. Bulunduğu yere
aldırmaksızın makyajinı tazeleyebilirdi. İlerde lavabo vardı ama üşendi hem
topuklular ağrıtmaya başlamıştı. Böyle durumlar için çantasında yara bantı
taşıyordu zaten. Masaya dönemezdi; gizem avcısı hala orada oturuyordu.
Aynası elinde şarap rengi rujunu sürmeye
başladı. Sahi karşısında nasıl biri oturmalıydı? Adı neydi? Saçları hafif uzun
olabilirdi. Kesinlikle kumral olmalıydı belki biraz uzun boylu. Bakınca
gözlerinin içi gülmeliydi; garip zevkleri olmalıydı. Hangi tür müzikten
hoşlanırdı acaba? Japon kiraz ağaçlarını sever miydi?
Dalıp gitmişti. Paten süren çocuğu fark
etmedi bile. Dengesini kaybetti. Düştü; o an nasıl olduysa yolun tam ortasına
aynası fırladı elinden. Patenci çocuk kalkmasına yardım ediyordu ama gözü
aynasındaydı. Hüzünlü, şen şakrak, makyajlı, özel gününde ve sivilceli, ilk
buluşmasından önce, depresyonda olan yani tüm yüzlerine tanıklık eden ayna. İndirimden aldığı Gucci marka ayakkabısının topuğunun kırılmasına aldırış etmeden
doğrulmaya çalıştı, ama karşıdan gelen Limuzin ondan önce davranmıştı. Güzel
tekerleri tüm endamıyla değersiz aynanın üzerinden geçti- gitti.
Ya şimdi? *Yedi yıl uğursuzluk mu? Yok,
hayır bu mümkün değildi. Zaten literatürde üzerinden Limo geçen ayna diye
bir batıl inanç bile yoktu.
*Gallaudet University , — Washington’daki Gallaudet Üniversitesi, sağır veya
duyma güçlüğü çekenlerin ihtiyaçlarına yönelik tasarlanmış programları olan
dünyadaki tek üniversite. Üniversite öğrencilerine, liberal sanat ve mesleki
eğitim konularında en kaliteli eğitimi vermeyi hedefliyor.
*China Town, Washington DC' de Çin restorantlarının
bulunduğu kültürel mozaiğin hissediliği bölge.
* Lil Wayne ,Dwayne Michael
Carter, Jr. (d. 27 Eylül 1982), sahne adıyla Lil Wayne,
Amerikalı rapçi.
*Dr. Henry Walton "Indiana" Jones,
Jr., hayali maceraperest, asker ve arkeolog profesörüdür. Indiana Jones serisi'nin
baş karakteridir.
* Yedi yıl uğursuzluk ; birc ayna kırıldığında tam 7 sene işlerin rast
gitmeyeceğine inanılır. Batıl inanç.
CHOPIN RAINDROP için tıklayınız; https://www.youtube.com/watch?v=6OFHXmiZP38
Konuyu şu şekilde bağlaman çok hoş olmuş bence ''Başka bir açıdan yalan değildi birini bekliyordu; evet ama o zamanlar hayatında olmayan birini.''bu kısım hoşuma gitti..
YanıtlaSilBir de nacizane düşüncem öyküleme ve betimleme yöntemini aynı anda kullanmaya çalışmışsın , güzel olmuş ama daha da güzellerini yazabilirsin bence..ellerine sağlık
Ahmet; görüdüğün üzere amatörlüğün dibindeyim- 2012' den beri ara vermiştim biliyorum çok iddialı bir başlangıç olmadı. Teşekkür ederim :)
YanıtlaSil