6 Mart 2014 Perşembe

Mavi Kuşlar

 BÖLÜM 2


 
      Sabah gözlerini ovuştururken dudaklarında hala şarap rengi rujun kalıntıları vardı. Perdenin arasından kaçamak yapan güneş ışıkları gözlerine değmişti. Kahvaltısını yaparken Laura Pausini- It's Not Goodbye şarkısı eşlik edecekti ona. Eylül sabahları hep böyleydi; duygu patlaması yaşatan bir hava vardı yine. Çünkü hava aydınlıktı. Kiraz ağaçları ona 'gel' diye fısıldıyordu sanki. Onları bırakmayı hiç istemiyordu.
    
    Valizini toplamaya koyuldu. İyi ki boş bir valizle geldiğini düşündü. Sıradan kadınlardan biraz daha farklıydı- çantaları kısmen boş götürür, gittiği yerlerde doldururdu. 

    Küçücük yer kaplayan bir albüm vardı çantasında. On şarkılık amatör bir albüm; gerçi gayet tuhaftı ama    ilgi çekiciydi. Kendisi için yazılan şarkının o valize sığmayacağını düşündü. Değerli hissetmişti; acaba biri tekrar böyle bir şey yapar mıydı onun için? Aslında şuan küçük bir kağıda yazılmış nota bile razıydı; içinde ise bir kaç tatlı söz fena olmazdı-  inanmış numarası yapmaya hazırdı. 

    Listesine göz attı. Elbiseler. Kırışmasınlar diye özenle yerleştirdi. Kendini kotun içinde hiç rahat hissetmezdi ve giydiğinde hep bir topuklu ayakkabıyla renklendirirdi. Çünkü bu; kadınsı görünmenin altın kurallarından sayılırdı.

    Ayağında dünden kalma yara bandına baktı. Topukları ne kadar ağrımıştı. Tek ayağında daha yüksek bir ayakkabıyla seke seke yürümeye çalışmıştı. China Town onu en son bu haliyle görmüştü; üzerinde şirin baba rengi bir dondurma lekesi de vardı.

     Bir önceki gece uzun bir bekleyişin ardından taksi gelmişti. Arabaya bindiğinde şoför onu süzmüştü. Yabancı olduğunun anlaşılması için alim olmaya gerek yoktu. Adam nereli olduğunu sorduktan sonra kendisinin Suriyeli olduğunu söyledi. İyi niyetli bu yaşlı adam ona kız kardeşim diye hitap ederek ondan para almamıştı.

    Ayakkabısını çöpün yanına koyarken dün gece bu adama rastladığı için kendini şanslı hissetti.

    Hemen sonrasında otel odasının telefonu çaldığında arayanın kim olduğunu tahmin edebiliyordu. 

- Alo-  oradasın biliyorum. Gideceğin için üzülüyorum bunu bilmeni istedim.
- ...........
-Bir şeyler söylesene! Yanına geleceğimi biliyorsun. Albüm tanıtımı var bu hafta ve sahne gelirleriyle elime bir miktar para geçecek.
- Göç zamanı. Mavi kuşların göç zamanı.
- Ne saçmalıyorsun sen?
- Bana verdiğin kartta resimleri var. Ve şimdi göç edecekler.
-Ben seni bunları duymak için aramadım. 
-Anlamıyorsun. Şimdi kapatmam lazım, uçağa yetişeceğim, biliyorsun.

     İyi biri olduğunu düşündü. Ama valizinin fermuarını çekerken arkasına dönüp bakamazdı. Adam, *bipolar manik depresifti. Daha önce sevgilisi olan kadın hamile kalmıştı ancak kadın bu yasak meyveyi ona söylemeden aldırmıştı. Zaten anneannesinden miras kalan bu psikolojik rahatsızlık bu olay sonunda patlak vermiş; bir süre hastanede yatmıştı. Bu  sorun değildi; birlikte aşabileceklerini düşünüyordu. Ta ki adam bir gün ona durup dururken din değiştireceğini söyleyip söyleyerek; ertesi gün hepiniz teröristsiniz diyene kadar. Bu onun başa çıkabileceği türden bir dengesizlik değildi. Tanrı herkesi eşit yaratmadı diye düşündü; ona göre bazı insanlar sadece ibret içindi.

     Uçağı beklerken kişisel bakım ürünlerinin ve hediyelik eşyaların olduğu bir dükkana girdi. Tüm parfümleri denedikten sonra 'Carolina Herrera' bir kokuda karar kılmıştı. Daha önceki kokusu olan 'Light Blue' yu değiştirmek zorundaydı. Koku anı demekti, anılarsa boş üzüntüden başka bir şey değildi. Yeni parfümü ona gidişini hatırlatacaktı ama çok etkili ve güzel kokuyordu. Hatta yalnız göç etmesini bile engelleyebilirdi. 

    Yaşadıkları onu yıpratmış karşı cinse güvenemez olmuştu. 'Seni seviyorum' sözünün onun nazarında hiç bir değeri yoktu neredeyse çünkü onu buna inandıracak birisi çıkmamıştı karşısına. Şiirlerde böyleydi, şarkılar da. Sanki hepsi onu kandırmak için tasarlanmıştı; güller bile. 

    Canı tatlı bir şeyler çekti. Tatlı ve pasta satan yere doğru ilerlerken aklında şunlar geziniyordu:

    Bir keresinde birinden hoşlanmıştı. Kahve içmeye gitmişlerdi. Mavi gözlü, bembeyaz tenli, siyah saçlı orta boylu hoş görünümlü biriydi karşısında oturan.Görüşmeleri fena sayılmazdı sohbet mükemmel olmasa da denemeye değerdi. Bir kez daha buluştular görüşme yine güzel geçiyordu. Ona sevdiği erkek için yüzük takıp takamayacağını sordu Bu soru ona aşırı itici geldi; ortada fol yoktu yumurta yoktu. Türlü ısrarın sonucunda üçüncü ve son kez görüştüler. Bu kez onu kendi gittiği bir mekana götürmeyi teklif etti. Aklında yapmak istediği bir kabalık vardı. Adam yine kahvesini yudumlarken o hızlı davranmış kendisininkini içerek fal için sıra almıştı. Televizyonda Victoria's Secret' ın eski bir defilesi olduğundan onu yalnız bırakmanın çok da sıkıntı yaratmayacağını düşündü. Falcıyı tanıyordu; daha önce onu garip hatalardan döndürmüştü. İş faldan çıkıp psikolojik danışmaya- dertleşmeye dönüşmüştü. 

-Yanında getirdiğin kişi Arap asıllı.
-Yok artık?
-Evet, seni bilerek yanında dolaştırıyor. Senin bölümünden birisine ilgisi görünüyor.
-Ben miyim?
-Hayır.
-Eski sevgilisi. Senin ondan daha güzel olduğunu düşündüğünden onun canını yakmak için seni kullanmak istiyor.
-Arap olduğuna inanmamı bekleme. Adam kireç gibi üstelik gözleri masmavi. Hem neden böyle bir şey yapsın bir ben mi kaldım dünyada?
-Orasını ben bilemem illa esmer mi olacak?

      Masaya döndüğünde defile bitmişti. Miranda Kerr' i izlenemenin onu rahatlattığını düşünerek soru sorma vaktinin geldiğini düşündü. 

- Fal güzeldi. Gelecekte iyi bir işim olacakmış. İşte bu aralar mutluymuşum kısmetim varmış.
- Harika, tabi bunlar gerçekse, hiç yoktan kafan dağılmıştır.
- Evet. Ya ben sana bir şey soracağım. Aklıma takıldı geçen sen Hatay' dan gelmiştin ama aslen de oralı mısın?
- Ya aslında köken olarak Arabistan'dan geldik. Ama herkes bilmiyor tabi.
- A, anladım.
- Noldu?
- Hiç ne olabilir? Pasta alalım mı?
- Olur.


       Aklında saçma anılar ellerinde ise parfüm poşetleriyle uçağa bindiğinde kendisine yakın oturan Hindu bir kadın olduğunu fark etti. Bu kötü bir tesadüftü çünkü Ganj nehri şuanda buraya uzaktı. Neyse ki yeni kokusu her şeyi örtebilirdi. Az ilerde zırlayan ortalığı ayağa kaldıran bir çocuk vardı ve sinirlerini bozuyordu. Uçan bir hayvanat bahçesine kafese hapsedilmiş gibi hissetmekten kendini alamadı.

      Cam kenarında yerini aldı dışarı baktı; ikindi vaktiydi ve hava aydınlıktı. Yükseklik korkusu yoktu zaten bunları düşünmeyi bir yana bırakıp çoktan uykuya dalmıştı bile. 

       Uyandığında gökyüzü zifiri karanlıktı ve bu onu korkuttuğundan bir anda olduğu yerde sıçradı.
Lise coğrafya bilgisi devreye girdi; hızlı bir şekilde meridyenleri geçtikleri için saat farkı oluşmaktaydı ve gittikleri yönde saat ileri olduğundan geceydi. Hoşgeldin *Jet lag diye düşündü.

      Kafasını henüz toparlayamamış bir vaziyette gözlerini ovuşturuyordu. Yüzüne bakmak için küçük ayna parçasını çantasından çıkardığı sırada yanında oturan *Severus Snape görünümlü adamın ona doğru bakarak sırıttığını fark etti. Bakışlarına soran gözlerle cevap verdi. Ve sonunda Severus lafı açtı;

- Uçak. Okyanusun tam ortasındayız.
-Ya, evet öyle.
- Ölmekten korkmuyor musun mışıl mışıl uyuyorsun?
- ...........?!
- Uçak düşse cesedimizi bulamazlar. Buz gibi. Ne kadar soğuktur.

      Dönüp dışarı baktı. Ölüm onu çağırsa giderdi. Ama bunun şimdi olmadığını hissetti. Yine de adamın lafları tüylerini ürpertti- kötü bir kahin gibiydi.

      Aynasını sımsıkı ellerinin arasında tutuyordu. Soğuk okyanus fikrini kafasından atmalıydı. Gökyüzünü seyretmekten başka çare yoktu. Simsiyah. 

- Hanımefendi, içecek olarak kahve, çay, domates suyu, alkollü olanlar ise... 

Soruları duymadı bile.

 Çok geçmeden Hostes elinde sargı bezi benzeri bir şey ile geri dönmüştü.

 Elleri  KANIYORDU.







CHARLES BUKOWSKI- MAVİ KUŞ ŞİİRİ ; https://www.youtube.com/watch?v=8keRrybT-9Q

 *Bipolar bozukluk veya iki uçlu duygudurum bozukluğu, eskiden manik depresyonmanik atak veya manik depresif bozukluk olarak bilinen hastalıktır. Bipolar bozukluk, kişinin depresyon ve/veya manihipomani, ve/veya karışık durumlar geçirdiği duygudurum bozuklukları sınıfını tanımlayan tanısal kategoridir. 
*Jet lagjet sendromu veya eşzamanlama bozukluğu; kısa zamanda uzun mesafeler kateden insanlarda farklı zaman dilimlerine ulaşılmasına bağlı olarak biyolojik ritmin bozulması. İnsan vücudunun yaklaşık 24 saatlik biyolojik etkinlik çevriminin ani değişmeler nedeniyle uğradığı geçici değişiklik ve düzensizliklerdir. Genellikle uyku ve yeme düzeninin bozulması, baş ağrısı, zihinsel performans düşüklüğü ve yorgunluk hissi ile kendini gösterir. Bazı vakalarda depresyona da rastlanır.[1]
Jet lag'in etkileri en çok doğuya doğru gerçekleşen uçuşlarda görülür.[1] Bunun nedeni doğuya uçarken zaman dilimlerinin artması sonucu ulaşılan şehirde geçirilen ilk günün 24 saatten kısa olmasıdır. Biyolojik ritmi 24 saatin altına düşürmek çok güç olduğu için vücut aradaki zaman farkını kapatmakta zorlanır.
*Severus "Sev" Snape (9 Ocak 1960)[1]J.K. Rowling tarafından yazılmış Harry Potter serisinin bir karakteridir.

25 Şubat 2014 Salı

Beceriksiz

BÖLÜM 1 

  Şehrin göbeğine gitmek istemişti o gece. Akşam yemeğini kısa tutup apar topar rujunu sürmüştü saçları özensizdi ama her zamanki gibi parlaktı. Bu üstünkörü hazırlık bile onun güzelliğini gölgeleyemedi. Belki böylesi onu daha doğal göstermişti.
  İlk önce otobüse atlayıvermek geçti içinden; öyle de yaptı. Şoföre gitmek istediği yeri söyledi. Herkes ona bakıyordu. Bakışlarını tüm zerrelerinde hissediyordu. Sesini biraz daha yükseltti ama olmadı. Gözler hala onu takip ediyordu. Ancak bir süre sonra öğrencilerin ve sürücünün *Gallaudet Üniversitesi' nden geldiklerini anlayabildi. Çok aptaldı; kendinden utandı.
   Etrafı biraz turladıktan sonra metroya geçti. Kısa süren metro yolculuğuna rağmen uyuya kalmıştı. *China Town' da metrodan indi. Burası Washington DC' nin en orijinal caddeleri ve bir kaç ara sokağından oluşan yeriydi. Çekik gözlü adamlar görmeyi bekleyeceğiniz bu yerde bir kaç Çince yazı ve restorant temsil ediyordu onları. Aslında yemekler gerçekten Çin yemekleri gibi de değildi. Aslında olsa ne olurdu; şerbetli suya batırılmış bir tavuk asla onun yemek zevkine hitap etmezdi. Haşlanmış brokoli ile yetinmek daha iyiydi. Evet, küçük adamlar yoktu belki ama kürklü ve kolyeleri göbek deliklerinden bile aşağı sarkan Afrikan- Amerikanları görmeniz mümkündü. Onlar Küçük *Lil Wayne' lerdi. 
  Polislerin olduğu kesimden yürümeye karar verdi. Bazı gençler şakalaşarak ve abartılı hareketlerle yollarına devam ediyorlardı. Onlardan birine toslamak istemezdi.
  Mavi. Evet; mavi küçüklüğünden beri onun rengiydi. Bunu belli etmezdi cinsiyeti ona pembe giymesini emretmişti. O yüzden dondurma almak için girdiği yerde 'hangisinden istersiniz? ' sorusunu duymamıştı bile. Öylece dalıp gitmişti. Neden Maraş dondurmasını da mavi yapmıyorlardı ki? Yedikten sonra dilinin üzerinde kalan o mavimsi renk: Şapşal görünüyordu ama belki de bunu seviyordu. Biraz önce yanında bir adam sevgilisini öylece- oracıkta uzunca öpmüştü. Oysa o hala yolda yürürken külahta dondurma yemenin davetkar bir görüntü oluşturacağından çekiniyordu. Dondurmayı seviyordu, onu özenle yiyordu; belki de o yerken fonda Chopin' in Raindrop parçası çalmalıydı. Çünkü bu bir sanattı ; masmavi dondurma akarken tıpkı yağmur damlaları gibi kaçmasınlar diye onları hızlıca dudaklarına götürüyordu. Sonra yavaşlıyordu, gözlerini kapatıp tadını çıkarıyordu sonra kirpiklerini  kımıldatarak yavaş yavaş aralıyordu. Bazıları üzerine damlamıştı aldırmıyordu, aslında kibar sayılırdı ama her anı hissetmek için dudaklarına bulaşan ve eriyen su olan dondurmayı parmaklarıyla sildi. Bu sırada karşısına oturan adamı fark etmemişti bile. 

- Yalnız mısın? diye sordu adam. Kendine güvenen ama pis bir sırıtması vardı yüzünde.

-Hayır birini bekliyorum, dedi.

  Ekstradan aldığı külahı sigara söndürür gibi orada bırakmıştı. Hevesi kaçmıştı; akbabaların çıkma saati olmalı diye düşündü. Neyse ki madde bağımlısı değildi ve aklı gayet yerindeydi.

Yalan söylemek zorundaydı. Şuanda burada bu saatte ne yaptığıyla ilgili bir fikri yoktu belki ama tanımadığı şu *Indiana Jones kılıklı herife de akşam akşam hesap vermeye hiç niyeti yoktu. Onu ilgilendirmezdi hem. Başka bir açıdan yalan değildi birini bekliyordu; evet ama o zamanlar hayatında olmayan birini. Belki de yalnız başına kafelerde oturup karşılıklı akıl oyunları oynayacağı paranoyak esintiler oluşturacak adamı bekliyordu.

Bir hışımla masadan kalktı; 1.90 boyundaki bir adamla ağız dalaşına girmeye cesareti yoktu. Hem kendini neden savunacaktı? Toparlandı;  çantasından aynasını ve rujunu çıkardı. Bulunduğu yere aldırmaksızın makyajinı tazeleyebilirdi. İlerde lavabo vardı ama üşendi hem topuklular ağrıtmaya başlamıştı. Böyle durumlar için çantasında yara bantı taşıyordu zaten. Masaya dönemezdi; gizem avcısı hala orada oturuyordu.

Aynası elinde şarap rengi rujunu sürmeye başladı. Sahi karşısında nasıl biri oturmalıydı? Adı neydi? Saçları hafif uzun olabilirdi. Kesinlikle kumral olmalıydı belki biraz uzun boylu. Bakınca gözlerinin içi gülmeliydi; garip zevkleri olmalıydı. Hangi tür müzikten hoşlanırdı acaba? Japon kiraz ağaçlarını sever miydi? 

Dalıp gitmişti. Paten süren çocuğu fark etmedi bile. Dengesini kaybetti. Düştü; o an nasıl olduysa yolun tam ortasına aynası fırladı elinden. Patenci çocuk kalkmasına yardım ediyordu ama gözü aynasındaydı. Hüzünlü, şen şakrak, makyajlı, özel gününde ve sivilceli, ilk buluşmasından önce, depresyonda olan yani tüm yüzlerine tanıklık eden ayna. İndirimden aldığı Gucci marka ayakkabısının topuğunun kırılmasına aldırış etmeden doğrulmaya çalıştı, ama karşıdan gelen Limuzin ondan önce davranmıştı. Güzel tekerleri tüm endamıyla değersiz aynanın üzerinden geçti- gitti. 

Ya şimdi? *Yedi yıl uğursuzluk mu? Yok, hayır bu mümkün değildi. Zaten literatürde üzerinden Limo geçen ayna diye bir batıl inanç bile yoktu. 

*Gallaudet University , — Washington’daki Gallaudet Üniversitesi, sağır veya duyma güçlüğü çekenlerin ihtiyaçlarına yönelik tasarlanmış programları olan dünyadaki tek üniversite. Üniversite öğrencilerine, liberal sanat ve mesleki eğitim konularında en kaliteli eğitimi vermeyi hedefliyor.
*China Town, Washington DC' de Çin restorantlarının bulunduğu kültürel mozaiğin hissediliği bölge.
* Lil Wayne ,Dwayne Michael Carter, Jr. (d. 27 Eylül 1982), sahne adıyla Lil Wayne, Amerikalı rapçi.
*Dr. Henry Walton "IndianaJones, Jr., hayali maceraperest, asker ve arkeolog profesörüdür. Indiana Jones serisi'nin baş karakteridir.
* Yedi yıl uğursuzluk ; birc ayna kırıldığında tam 7 sene işlerin rast gitmeyeceğine inanılır. Batıl inanç.


CHOPIN RAINDROP için tıklayınız; https://www.youtube.com/watch?v=6OFHXmiZP38

Tacenda

      Tacenda are things not to be mentioned or made public—things better left unsaid; tacit means "unspoken, silent" or "implied, inferred."

       Söylenmeyen; sessizce geçilen, üzeri örtülen her ne varsa -TACENDA- Latin kökenli bu kelime her ne kadar ima etmek anlamına da gelse bana hep yaşanılamayan ve ukte kalan şeyleri anımsatır.

      Ve tüm bu alakasız olayların hepsi üzeri yosunlanmadan burada- sizinle.



                                                           TACENDA